‘Anadolu’nun doğusunu görmeden Türkiye’yi tanımış olamazsınız’

Hürriyet Seyahat’te sıklıkla yazılarını okuduğunuz gazeteci-yazar Melih Uslu’nun Mona Kitap’tan yeni çıkan ‘Doğu Seyahatnamesi’nin sayfalarını çevirirken Anadolu’nun mistik atmosferini, misafirperverliğini, sıcaklığını hissediyorsunuz. Uslu kaleme aldığı pek çok kitabı karşılaştırarak “En coşkulu yazdığım bu oldu” diye anlatıyor süreci. Kitabı okurken kendinizi bir anda tarihin sıfır noktası Göbeklitepe’de veya Gaziantep’te kebap kokuları arasında buluyorsunuz.

‘Doğu Seyahatnamesi’ni yazmaya nasıl karar verdiniz?

Uzun yıllardır hayalimdi. Önceki beş kitabım hep Türkiye’nin batısı üzerineydi. Oysa ben hem Doğu’nun hem Batı’nın yazarı olmak istiyordum. Çünkü gerçek bir yazar bölge seçmez. Bu kitapla biraz da rüştümü ispat etmek istedim.

Bu kitabınızın diğerlerinden farkı nedir?

En coşkulu yazdığım kitabım oldu… Klasik gezi önerileri içeren klişe bir gezi rehberi olmasını istemedim. 12’nci yüzyıldan başlayarak günümüze dek Doğu yolculuklarını anlatan pek çok seyahatname yazılmış. Bunların bir kısmı, Türkiye’nin doğusunu içeren eserlerden oluşuyor. Bu alandaki literatüre baktığımızda Doğu’daki şehirlerimize ilişkin metinlerin Kudüs’e, Ortadoğu’ya ve Mezopotamya’ya kıyasla çok daha az olduğunu fark ettim. Doğu’daki şehirlerimiz üzerine biraz kelam edip tarihe not düşmek istedim.

Melih Uslu, Mor Evgin Manastırı’nda.

‘10 YILDA ORTAYA ÇIKTI’

Okur neler bulacak bu yeni kaynakta?

Anadolu’nun doğusundan yüzler, sesler, tatlar ve tanıklıklar diyebiliriz. Kitapta, etkileyici bir ıssızlığın ortasındaki İshak Paşa Sarayı’ndan Ahlat’taki dünyanın en büyük Türk-İslam açık hava mezarlığına, ortaçağ kiliselerinin süslediği Van Gölü adalarından muhteşem mozaiklerin adresi Zeugma Müzesi’ne dek görülmeye değer sayısız yeri, samimi bir üslupla anlatmaya çalıştım. Didaktik olmaktan kaçınarak, yorum ağırlıklı edebi bir dil kurdum.

Farklı gezginlerin ve edebiyatçıların sesleri de var değil mi?

Metinlerimi 1911’de Nusaybin’i gezen İngiliz yazar Getrude Bell’in izlenimlerinden Cilo Dağları’nın muhteşem güzelliklerini anlatan milli dağcımız Tunç Fındık’ın görüşlerine, Kars’ta Türkiye’nin ilk peynir müzesini kuranların heyecanından memleketi Antep’in mutfağını cennet sofrasına benzeten yazar Ahmet Ümit’in ilk ağızdan söylediklerine kadar çeşitli isimlerle zenginleştirdim. Yaklaşık 10 yıla yayılan uzun yolculukların; gözlem, empati ve araştırma süreçlerinin sonunda bu kitap ortaya çıktı.

Kitapta, “Doğu’yu üstünkörü gezmeyin!” diyorsunuz ve ekliyorsunuz: “Tanışarak, yüzleşerek, sindirerek gezin. Esnafa selam verin, çocukların oyunlarına katılın, yer sofralarına oturun, boz tepelerin ardındaki hayatlara kulak verin!” Seyahatiniz esnasında belli ki çok anı biriktirmişsiniz. Aklınızda en çok kalan ne oldu?

Bir dağı görmek, -tırmanmak ve kamp yapmak için değil- yalnızca görmek için Türkiye’nin bir ucundan diğer ucuna gidilir mi? Kesinlikle gidilir; hele ki bu dağ Ağrı ise… Üşenmedim, Ağrı’ya gittim ve eteklerinde gezindim. İnanın hayatımın en unutulmaz seyahat deneyimlerinden biriydi. Ağrı Dağı’na bir kez bakmak bile insana nasıl bir yerde yaşadığımız konusunda çok şey anlatıyor. Dağın eteğinde karşılaştığım Patagonyalı turistin de benim gibi düşündüğünü görünce çok mutlu oldum. 1829’da ünlü Rus şair Puşkin de buraya gitmiş ve “Efsanevi dağa var gücümle baktım” demiş. Ben de Puşkin ile aynı şeyi yaptım ve Ağrı Dağı’na var gücümle baktım. Yöre insanı, Ağrı Dağı’nı nazlı bir geline benzetmekte çok haklı. Çoğu zaman başı bulutlarda. Açıkçası ben de Ağrı’daki dördüncü günümde dağın zirvesini görebilmiştim. Her sabah uyandığımda “Acaba bugün zirveyi görebilecek miyim” sorusunu bir oyuna dönüştürmüş, nihayet günler sonra izin verdiğinde çok sevinmiştim.

Kitabın sayfalarında Gaziantep’te sokaklarda oturup salçalık kırmızı biber ayıklayan kadınlar da var.

Doğu’yu neden gezmeli?

Anadolu’nun doğusu, semavi dinlere göre peygamberlerin, keşişlerin ve kartalların nefes aldığı uhrevi zamanların yurdu. Doğu’da çocuklarla arkadaşlık yaptıkça anladım ki burada olmak çok dinli, çok kültürlü, çok dilli bir şehirde soluk alıp vermek demek. Taşların dilini öğrenme hevesiyle çocukların peşine takılıp dev bir labirenti andıran sokaklarına dalmak gerek… Kentlerin caddelerinden aşağı ve yukarı doğru tırmandığınızda, daracık nemli sokaklar ruhunuzu devralıyor çünkü. Kısa sürede yöredeki kadim kentler gibi düşünmeye, hissetmeye başlıyorsunuz. Unutmayın! Anadolu’nun doğusunu görmeden Türkiye’yi tanımış olamazsınız.

Sırada ne var?

Bir sonraki kitabınızda nereleri okuyacağız? Yakın gelecekte Türkiye’nin doğal ve kültürel zenginliklerini yurtdışındaki kitap okurlarına daha fazla tanıtmak gibi bir hedefim var. İtalya merkezli önemli bir yayınevinden güzel bir teklif aldım. En iyileriyle Türkiye ve İstanbul’un ruhunu anlatan iki kitap üzerinde çalışmaya başladık.

Melih Uslu ‘İnsanlığın geçmişini sorgulatıyor’ diye tarif ettiği Göbeklitepe’de.

“GÖBEKLİTEPE’NİN BÜYÜSÜ BAŞKA”

* “Dünyanın orijinal haliyle günümüze kalmış en eski tapınağı olarak bilinen Göbeklitepe, ‘devrim’ niteliğinde bir keşif. Burayı gezmenin büyüsü bir başka. 12 bin yıl önce Fırat ve Dicle nehirleri arasında kalan bölgede, insanlık avcıtoplayıcı bir yaşam tarzından yerleşik hayata yaklaşıyordu. Binlerce yıl önce sandığımız gibi mütevazı bir yaşam tarzıyla yetinmemiş olduklarını, aksine görkemli bir evre yaşadıklarını görebiliyoruz.”

* “Göbeklitepe’nin çok yakınında Tarihi Urfa Çarşısı vardır ki mutlaka görülmeli. Büyüklüğü ve hareketliliğiyle Doğu’nun en zengin yerel alışveriş adreslerinden biri olan çarşı, ziyaretçisine başlı başına bir şenlik vaat ediyor. Çarşının merkezinde sayılan Gümrük Han’da demli bir çay sipariş eder ve etrafımda olan bitene kulak misafiri olurum. İskemlede oturup gelen geçeni izlemek bile gezginlere ilham verir.”

* “Bölgedeki gezinize UNESCO dünya kültür miraslarını keşfederek başlayın.”

* “Nemrut Dağı’ndaki Kommagene anıtları, Diyarbakır Surları ile Hevsel Bahçeleri, Ani Tarihi Kenti ve ilk devlet şeklinin ortaya çıktığı yer olarak kabul edilen Malatya’daki Arslantepe Höyüğü, görülmesi gereken yerlerin başında.”

* “Henüz yapmadıysanız Doğu Ekspresi ile Kars yolculuğu unutulmaz bir deneyim.”

* “Midyat’ın telkâri atölyeleri, Kemaliye’nin kapı tokmakları, Bingöl’ün Yüzen Adalar’ı, Van’ın kahvaltı salonları, Doğubayazıt’ın pasajları, Bitlis’in kümbetleri, Nusaybin’in kutsal mekânları, Tillo’daki ışık hadisesi, Erzurum’un tabyaları, Tunceli’nin gözeleri (su kaynakları), Erzincan’ın Ergan Dağı, Iğdır’ın koç başlı mezar taşları, Muş’un lale tarlaları, Kilis’in yemekleri, Antep’in livas (içme suyu şebekesi) ve kastelleriyle (yeraltı su tesisleri) tanışmadıysanız çok şey kaçırıyorsunuz.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir