Ömrünün büyük kısmı parmaklıklar ardında ve sürgünde geçti. Siyasi kimliği çok tartışıldı, ama şairliğine diyecek yoktu. Memleketine hasret kaldı Nazım Hikmet Ran. Acısından, sevdasından beslendi şiirleri. Sesi dünyada yankı buldu. Hem tek bir tek insana hem milyonlara seslenen şiirler yazdı.
Hikmet Bey ve Celile Hanım’ın tek oğluydu Nazım Hikmet. Masmavi gözlerini, 1902 yılının ocağının ilk yarısında Selanik’te dünyaya açtı.
Memur bir baba, sanatçı bir annenin gözbebeğiydi Nazım. Sanatçı ruhu ailesinden geldi. Mevlevi şairi olan büyük babası Nâzım Paşa’nın şiirli toplantılarında büyüdü. Dedesinin ve arkadaşlarının tasavvuf ve edebiyata ilişkin konuşmalarını can kulağıyla dinledi. Henüz 11 yaşındayken ilk şiiri Feryad-ı Vatan’ı yazdı.
Küçük yaşta Bahriye Nazırı Cemal Paşa tarafından fark edildi. Şiirden etkilenen Cemal Paşa Nazım’a, Bahriyeli olmasını teklif etti. Bir yandan eğitimine başladı diğer yandan sarı yapraklı defterine çizdiği portrelere, yazdığı şiirlere devam etti.
Yazdığı şiirlerden biri Çanakkale Savaşı’nda şehit düşen dayısına, diğeri ise kız kardeşinin kedisineydi. O dönem ders aldığı Yahya Kemal, “Sen bu uyuz kediyi bile bu kadar övüyorsan şair olacaksın” diye takılırdı kendisine. Dediği gibi de oldu.
1918’de Yeni Mecmua dergisinde “Mehmet Nazım” imzası ile ilk şiiri yayınlandı. İlk kez o an seslendiği tanımadığı insanlara.
1920’de Bahriye Mektebi’ni başarıyla tamamlayan Nazım, stajyer subay oldu. Ama geçirdiği zatürre peşini bırakmadı. Sağlığı elverişli olmadığı için orduyu bıraktı, Sağlık Kurulu raporu ile çürüğe ayrıldı.
Şiir yazmaya devam etti. Alemdar Gazetesi’nin düzenlediği yarışmada birinciliği göğüsledi. İtilaf Devletleri’nin İstanbul’u işgali Nazım’ın hayatının dönüm noktalarından biri oldu. Nazım’ın kalemi, vatan sevgisini anlatıyordu.
Yerinde duramayan yeni yetme genç, milli mücadeleye katılmak için birkaç arkadaşı ile Anadolu’ya gitti.
Sağlığı nedeniyle cepheye gidemeyince Ankara Hükümeti’nin görevlendirmesiyle Bolu’da öğretmenlik yaptı. İnsanları milli mücadeleye çağıran şiirleri yazdı. Yazdıkları şiir öyle büyük bir etki yarattı ki, Mustafa Kemal Atatürk ile tanıştırıldılar. O buluşmada Mustafa Kemal’in verdiği “Modern olma uğruna gayeli şiir yazmaktan vazgeçmeyin” tavsiyesi Nazım’ın hayatını şekillendirdi. Nazım daha keskin şiirler yazmaya başladı.
Daha sonra daha sol bir çizgiye kaydı edebiyatı. Moskova’ya gidip Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesinde ders almaya başladı. Nazım burada Rus Fütüristlerden etkilendi. Yazdığı şiirler Yeni Hayat ve Aydınlık Dergilerinde yayınlandı.
1924’te yurda döndüğünde Aydınlık dergisinde çalışırken Şeyh Sait isyanı başladı. Takrir-i Sükun Kanunu ile birçok gazete ve dergi de kapatıldı. O da çalıştığı dergi yüzünden cezaevine yollanan yazarlardan biri oldu.
15 yıl hapsinin istendiğini öğrenen Nazım Hikmet yurt dışına çıktı. 1928’de çıkarılan af ile birlikte yurda bir kez daha döndü. Aynı yıl Bakü’de ilk şiir kitabı “Güneşi içenlerin türküsü” yayımlandı.
Türkiye’ye döndüğünde yazdığı yazılar ve şiirler yasaklandı, defalarca yargı önüne çıktı. Sayısız kere kısa süreli hapis cezaları aldı. İdamı bile istendi.
Şiirleri ders kitaplarına girse, oyunları Devlet Tiyatrolarında oynansa da, o kovuşturmalardan kurtulamadı. Kitleleri etkileyen şiirleri bazılarını korkuttu.
Bu dönemde, ilki Sovyetler Birliği’nde görevli bir Türk ailesinin kızı olan Nüzhet Hanım
İkincisi Rus doktor Lena olmak üzere iki evlilik yaptı.
İstanbul’a döndüğünde ise büyük aşkı Piraye Altınoğlu ile evlendi. İki çocuğu vardı Piraye’nin. Seçimlerini sağlamak için gece gündüz çalıştı Nazım.
O yıllarda kitapları da peş peşe yayımlanıyordu.
Nazım Hikmet 1938 yılında, orduyu ve donanmayı isyana teşvik iddiası ile çıktı hakim karşısına. Toplam 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. İstanbul, Ankara, Çankırı ve Bursa’daki cezaevlerinde hapis yattı.
En güzel şiirlerini hapishanede, gökyüzüne hasret yazdı.
Örnek aldığı, Mustafa Kemal Atatürk’e mektup yazdı.
“Türk ordusunu ‘isyana teşvik’ ettiğim iddiasıyla hapis cezası giydim. Türk inkılabına ve senin adına and içerim ki suçsuzum. Askeri isyana teşvik etmedim… Senin eserine ve sana, aziz olan Türk dilinin inanmış bir şairiyim.” diyordu.
Ama Mustafa Kemal bu mektubu göremeden yaşamını yitirdi.
Dünyada başta Aragon, Pablo Neruda, Brecht, yurtta Orhan Veli, Melih Cevdet Anday, Oktay Rifat gibi yüzlerce kişi destekledi onu. Nazım’ın affı için imza kampanyaları başlatıldı.
Tarih 8 Nisan 1950’yi gösterdiğinde de yeniden özgürlüğüne kavuşabilmek için canımı pul yerine kullanıyorum diyerek açlık grevine başladı. Bu Türkiye tarihinin ilk açlık greviydi.
Hikmet eylemine başladıktan kısa bir süre sonra Türkiye seçime gitti. 14 Mayıs 1950’deki seçimi Demokrat Parti kazandı. Hükümetin kurulması gecikince muhatap bulamayan Hikmet, ölüm orucuna ara verdi.
Temmuz ayında kabul edilen genel af yasası ile Hikmet, 13 yıl sonra tahliye edildi. 48 yaşındayken askerliğe çağırıldı. Hikmet, çareyi Sovyetler Birliği’ne gitmekte buldu. Ardında o zamanki karısı Münevver’i ve 3 aylık bebeği Mehmet’i bıraktı.
25 Temmuz 1951’de ise Bakanlar Kurulu kararıyla Türk vatandaşlığından çıkarıldı.
Nazım dünyaya tanıttı kendisini. Şiirleri 50’den fazla dile çevrildi. 20. Yüzyılın en önemli şairlerinden biri olarak gösterildi.
Ünlü Şostokoviç’e, Şarlo’nun yaratıcısı Charlie Chaplin’e ve Fransız Parlamentosu Başkanı Eduard Heriot’a Uluslararası Barış Ödülü’nü veren jürinin başkanlığını yaptı.
4 evlilik sığdırdı ömrüne. Onlarca kadın girdi hayatına. Öyle ki onlara yazdığı şiirlerle romantik devrimci diye anıldı edebiyat dünyasında.
Cezaevi yıllarından yadigar kalan kalp hastalığı peşini bırakmadı. Yorgun, yaralı ve memleket hasreti ile dolu olan yüreği 3 Haziran 1963’te durdu.
Naaşı, Anadolu’daki bir köy mezarlığına değil, Yazarlar Birliği’nin düzenlediği bir törenle
Moskova’daki Novodeviçiy Mezarlığı’na gömüldü.
Yakın dostu ressam Abidin Dino siyah bir granit üzerine, şairin meşhur şiirlerinden biri olan “Rüzgara karşı yürüyen adam” figürünü kazıdı.
1938’de hapse girmesiyle yasaklanan şiirleri, Türkiye’de ölümünden iki yıl sonra basıldı, Türk okuyucusuyla buluştu. Şiirleri Cem Karaca, Fuat Saka, Ezginin Günlüğü, Fikret Kızılok, Zülfü Livaneli gibi sanatçılar tarafından bestelendi. 1951’de Türk vatandaşlığından çıkarılan Nazım Hikmet Ran, tam 58 yıl sonra 10 Ocak 2009’da vatandaşlığa iade edildi.
O memleketine kavuşamasa da, Şiirleri memleketinde kitlelerin duygularına, mutluluklarına hüznüne tercüman oluyor.